
Genel Başkanımız Zekeriya Yapıcıoğlu, “Kimsenin kendini öteki hissetmemesi gerekiyor. Bunun yolu siyaseten adımlar atmaktır. Gerekirse anayasal değişiklikler yapılmalı şimdiye kadar yapılan yanlışlar terk edilmeli. İç cepheyle hiçbir alakası olmayan taşeron ruhlu insanlardan iç cepheyi sağlamlaştırmasını beklemek de çok safça geliyor bana.” dedi.
HÜDA PAR Genel Başkanı Zekeriya Yapıcıoğlu, Habertürk TV
Genel Yayın Yönetmeni Mehmet Akif Ersoy'un sorularını yanıtladı.
Türkiye’de bir çözüm sürecinin yaşandığını söyleyen
Yapıcıoğlu, “Bu süreç, 2014 sonlarında çökmeye başladı. 2015'te de tamamen
süreç bitti. Onunla ilgili farklı farklı şeyler söylendi. Kim bu süreci bitirdi,
kim sebep oldu, niçin çözüme kavuşmadı? Bir önceki çözüm sürecinde de aynı şeyi
söyledik. Şimdi de tekrar biz aynı noktadayız. Hatta diyebilirim ki pek çok
kişi bizim o gün söylediklerimizi bugün tekrar etmeye başladı. Eğer çözümden kastedilen
şey, iki tarafın çözümden kastettiği şey birbirine çok uzaksa bundan çözüm
çıkması çok mümkün değil. Hem Sayın Bahçeli'nin söylemlerinden hem Sayın Cumhurbaşkanı’nın
söylemlerinden şunu çıkarıyoruz: ‘öncelediğimiz şey artık silahın devri bitti, silaha
veda, şiddete son, teröre son, şiddet olmasın, kan akmasın, gözyaşı akmasın.’
Sayın Özel’in söylediği de benzer şeylerdi. Silah elbette bir çözüm değil. Şiddet
elbette son bulmalı. Bir daha kan akmamalı. Bu ülkenin gençleri birbirine
düşman gözüyle bakmamalı.” dedi.
“Bütün siyasi
partiler bütün işin bir tarafında olmalı”
Sorunun sadece silah ve şiddetten ibaret olmadığını Kürt
meselesinin hak-hukuk meselesi olduğunu vurgulayan Yapıcıoğlu, şunları kaydetti:
“Birisi bir hak iddiasında bulunuyorsa, silah çözüm değil. Bu
anlamda mutlaka bunun bitmesi lazım. Ama sorunun bundan ibaret görülmesi bizi
doğru bir sonuca götürmez. Çünkü şu anda bizim konuştuğumuz Sayın Bahçeli'nin
davet ettiği ya da Sayın Cumhurbaşkanı’nın söylediği ya da diğer siyasi parti
liderlerinin üzerinde konuştuğu konu sorunun kendisi değil. Bir sorun var
ortada, bir mesele var ve bu bir sonuç. Yani PKK'nın şiddeti, PKK'nın terörü
bir sonuçtur. Sorunun bizatihi kendisi değil ve sorun ondan ibaret değil.
PKK’nın terör eylemleri yapması elbette bir sorun. Bunda tartışma yok. Sorunun
çözülmesi manasında eğer bir adım atılacaksa, bir inisiyatif alınacaksa biz
bunu değerli görürüz. Bize düşen bir şey olursa sorumluluğumuzu yerine
getiririz ki bize göre biz de dahil bütün siyasi partiler bütün işin bir
tarafında olmalı. Bu siyasi bir meseledir. Bu aynı zamanda bir hak hukuk
meselesidir. Eğer yasal düzenlemeler yapılacaksa, anayasada bir değişiklik
yapılacaksa ya da bu konunun anayasaya taalluk eden yönleri masanın üzerine
gelecekse bunu elbette başta parlamentodaki partiler olmak üzere bütün siyasi
partiler yapacak.
“Kürt meselesi, bir
hak-hukuk meselesi. Temel hak olan bir şey pazarlık konusu yapılmamalı”
Daha önceki çözüm sürecinde çokça söylediğimiz bir şeyi bir
kez daha tekrar etmem gerekiyor. Eğer mesele bir hak-hukuk meselesi ise asla temel
hak olan bir şey pazarlık konusu yapılmamalı. Asla bir şarta da bağlanmamalı. Şimdi
daha önceki çözüm sürecinde de ‘tamam bazı haklar var, bazı talepler var. Biz bunları
karşılarız ama işte önce örgüt silah bıraksın.’ Biz o zaman şunu söylemiştik; örgüt
Kürtlerin temsilcisi değil. PKK Kürtlerin temsilcisi değil ya da hangi parti
olursa olsun sadece bir parti tek başına bütün Kürtleri temsil edemez. Nasıl ki
Türkiye'deki herhangi bir parti tek başına bütün bir milleti temsil etmiyorsa elbette
bu Kürtler için de aynı şekilde söz konusu. Şimdi eğer birilerinin elinde silah
varsa ve bir başkası meşru bir talepte bulunuyorsa, bu temel hak ise bu hakkı
iade etmeniz ya da tanımanız gerekirken ‘ben bu hakkı iade ederim, bu hakkı
tanırım ama önce şu elinde silah olan kişilerin o silahı bırakması gerekir’
diye bir şart koşarsanız, silaha karşı olan vatandaşın ne günahı var ya da
kendi hakkına kavuşması için neden o kadar beklemek zorunda kalsın? Bu doğru
bir yöntem değil. Yapılan yanlışlardan bir tanesi de şuydu; elinde silah
bulunan kişiyi başka siyasi meselelerin temsilciymiş gibi karşınıza oturtsanız
bu kötü.”
“Kandil’dekiler
uluslararası konjonktür dolayısıyla iyice el yükseltebilir”
Kandil’in süreci suiistimal edebileceğini ifade eden
Yapıcıoğlu, “2013 nevruzunda Abdullah Öcalan’ın bir mektubu Diyarbakır'da kitlelere
okundu. Orada da silah bırakma çağrısı yaptı. Ne oldu? Silahlar devreden
çıkmadı. Şimdi çağrı yaparsa silah devreden çıkar mı? İnşallah çıkar. Silahlı adamlar
O’nu kendilerine önder, lider olarak kabul ediyorlar. Kandil’dekilerin gayeleri
belli bir sonuca ulaşmak ya da bazı talepleri kabul ettirmek şeklinde değil de
olabildiğince kendini ağırdan satmak ise şu andaki uluslararası konjonktür dolayısıyla
iyice el yükseltebilir. Yani Türkiye'nin kabul edemeyeceği bir noktaya kadar
bile götürebilirler. Bunu da hep birlikte beraber göreceğiz. Süreci suiistimal ederler
gibime geliyor, çünkü orada tek parçalı bir irade yok.” diye belirtti.
“Çözüm süreci denilen
süreçte yapılan yanlışlar da dâhil olmak üzere daha önce yapılan yanlışları
tekrar etmemek gerekir”
Daha önce yapılan yanlışların tekrar edilmemesi gerektiğinin
altını çizen Yapıcıoğlu, “Parti programımızda 2012 yılında yazdığımız şey şu;
Kürtler de bu ülkenin kurucularındandır. Asli kurucu bir halktır. Türklerle
beraber buranın sahibidir. Kiracı değil, öteki değil, sığıntı değil, mülteci
değil. Ama Kürtler bunu hissetmeli ve çözüm de buradadır. Evet, bin yıldan
fazla bir süredir bir kardeşlik var ama bu kardeşliğin hukukunu zedeleyen bazı
olaylar yaşandı. Onlarla yüzleşmek gerekir ve dediğim gibi bu meseleyi bir hak
hukuk meselesi olarak görmek gerekir. Çözüm süreci denilen süreçte yapılan
yanlışlar da dahil olmak üzere daha önce yapılan yanlışları tekrar etmemek
gerekir. Abdullah Öcalan PKK'nın hapisteki lideriydi, çözüm sürecinden sonra
tırnak içinde ‘Kürt halk önderi’ olarak lanse edildi. Bu en başta Kürtlere
yapılmış bir zulümdür.” şeklinde konuştu.
“Taşeron ruhlu
insanlardan iç cepheyi sağlamlaştırmasını beklemek çok safça geliyor bana”
“Eğer mesele konuşulacaksa, mesele hak-hukuk temelinde
konuşulmalı. Temel haklar hiçbir şekilde şarta bağlanmamalı.” diyen Yapıcıoğlu
son olarak şunları kaydetti:
“İç cephenin kuvvetlendirilmesi, küresel ölçekte bu kadar karışıklığın olduğu bir zamanda buna ihtiyaç duyuluyorsa bunun sağlamlaştırılası sadece şiddetin sona ermesiyle olmaz. Kimsenin kendini öteki hissetmemesi gerekiyor. Bunun yolu siyaseten adımlar atmaktır. Gerekirse anayasal değişiklikler ya da idari bazı tasarruflarda şimdiye kadar yapılan yanlışları terk etmek ve yeni bir pradigma üzerine bir şeyler kurulması lazım. İşte bu konuda samimi adımlar atılırsa o zaman iç cephe sağlamlaşır. Ama iç cepheyle hiçbir alakası olmayan ‘kim bana fazla ücret verirse ben gider ona çalışırım’ diyen taşeron ruhlu insanlardan iç cepheyi sağlamlaştırmasını beklemek çok safça geliyor bana.”